Bizimle iletişime geçin

GENEL

DAIKIN AKILLI KLİMALAR SERİNLİĞİ SİZE ÖZEL TANIMLIYOR

Yayınlandı

-

Sıcak yaz günlerinde serinlemek artık sadece bir lüks değil; sağlıklı, akıllı ve sürdürülebilir bir deneyim. Daikin klimalar, ileri teknolojileri sayesinde hem iç hava kalitesini artırıyor hem de kullanıcıların yaşam alanlarında maksimum konfor sunuyor. Akıllı özellikleriyle Daikin klimalar, serinliği sizin için yeniden tanımlıyor.

Yaz aylarında serinlemek, artık yalnızca ortam sıcaklığını düşürmek anlamına gelmiyor. Konfor, sağlık, enerji tasarrufu ve kullanıcı dostu teknolojiler de en az serinlik kadar önem kazanıyor. 100 yılı aşkın süredir iklimlendirme sektörünün öncü markası Daikin, geliştirdiği akıllı klima çözümleriyle, yaz ayları için konforlu ve sağlıklı serinlik sunuyor. 

AKILLI TEKNOLOJİLERLE GELEN KONFOR

Daikin klimalar, klasik serinletmenin ötesine geçerek kullanıcılarına kişiselleştirilmiş bir iklimlendirme deneyimi sunuyor. Daikin klima modellerinde bulunan akıllı göz teknolojisi sayesinde bulunduğunuz odayı analiz eden sistem, hava akışını doğrudan üzerinize yönlendirmek yerine ortama homojen şekilde dağıtıyor. Böylece, kullanıcıların soğuk havaya direkt maruz kalması engelleniyor ve daha sağlıklı bir kullanım sağlanıyor.

Üç boyutlu (3D) hava akışı özelliği, havayı dikey ve yatay olarak yönlendirerek büyük alanların her köşesine eşit sıcaklık dağılımı sunuyor. Çift kanatlar, ısıtma sırasında havayı yere, soğutma sırasında ise tavana yönlendirir. Bu durum odada homojen sıcaklıkta mükemmel konfor sağlar. Ayrıca Daikin klimalar inverter teknolojisiyle donatılmış durumda. Bu sayede cihazın kapasitesini ortama göre otomatik olarak ayarlayan klimalar hem enerji verimliliğini artırıyor hem de daha sabit ve dengeli bir iç ortam sıcaklığı sağlıyor.

SADECE SERİN DEĞİL, AYNI ZAMANDA SAĞLIKLI HAVA

Daikin, serinlik kadar temiz havaya da önem veriyor. Bu kapsamda geliştirdiği patentli Flash Streamer teknolojisi, yüksek hızlı elektronlar yardımıyla küf ve alerjenleri parçalıyor, rahatsız edici kokuları gidererek daha iyi ve temiz bir hava sağlıyor. Böylece ortam havası yalnızca serin değil, aynı zamanda sağlıklı bir şekilde yenilenmiş oluyor.

Ek olarak Shira Plus gibi bazı Daikin klima modellerinde bulunan titanyum apatit ve gümüş alerjen giderici filtreler, havadaki toz, polen ve istenmeyen kokuları hapsederek iç ortam hava kalitesini en üst seviyeye taşıyor. Özellikle çocuklu aileler, evcil hayvan sahipleri ve alerjik bünyeye sahip kullanıcılar için bu teknoloji, yaz mevsimini daha konforlu ve güvenli hale getiriyor.

DAIKIN KLİMALARLA ÜST DÜZEY KONFOR

Daikin klimalar, yalnızca sunduğu konforla değil, aynı zamanda sessizliğiyle de dikkat çekiyor. 19 dBA’ya kadar düşen ses seviyesiyle çalışan modeller, gece boyunca kesintisiz ve rahatsız etmeyen bir iklimlendirme sunuyor. Bu sessizlik, kullanıcıların gün boyu ferahlamasını sağlarken, gece boyunca da huzurlu bir uyku deneyimi yaşatıyor. Ayrıca Daikin’in geniş ürün gamındaki split klima modellerinin tamamı (Ururu Sarara modelinde opsiyoneldir) Wi-Fi bağlantısı ile Onecta uygulaması sayesinde akıllı telefon veya tablet üzerinden kolayca yönetilebiliyor.  Daikin, serinliğin geleceğini bugünden kullanıcılarına sunuyor.

DAIKIN’DEN SPLİT KLİMALARDA 6 YIL GÜVENCE

Daikin, kullanıcılarını sevindirecek yeni garanti kampanyasıyla split klimalarını 6 yıl güvenceye alıyor. Siesta Sensira hariç tüm Daikin markalı duvar tipi ve yer tipi split klima iç ve dış üniteleri, 1 Nisan 2026 tarihine kadar montajı yapılan cihazlarda 6 yıl garanti kapsamına alınıyor. Hafif ticari split klima modellerinde ise 3 yıl garanti geçerliliği sürüyor. Bu kampanya, Daikin’in ürün kalitesine, teknolojik altyapısına ve mühendislik gücüne duyduğu güvenin güçlü bir yansıması olarak dikkat çekiyor. 

Okumaya Devam Et
Yorum Yapmak İçin Tıkla

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

GENEL

Kriz Anında Samimiyet ve Şeffaflık Başarılı İtibar Yönetiminin Anahtarı

Yayınlandı

-

İtibar, kuşkusuz ki kurumların ve markaların en değerli sermayelerinin başında geliyor. Ancak yıllar boyunca süren çalışmalarla inşa edilen bu itibar, bir kriz anında dakikalar içinde yerle bir olabiliyor ya da zayıflayabiliyor. Gelinen noktada kurumların ve markaların itibarını koruması, güçlü ürünler veya hizmetlerle birlikte kriz dönemlerinde yürüttükleri iletişim stratejilerinin doğruluğuyla ölçülüyor. Kriz yönetiminde hız, şeffaflık ve tutarlılık bir tercih değil, var olmanın temel koşulu.

Kriz, tanımı gereği her ne kadar beklenmedik anlarda ortaya çıksa da etkili bir kriz yönetiminin “beklenmeyeni beklemekle” başladığına dikkat çeken İnomist iletişim Danışmanlığı Ajans Başkanı Sibel Selvi, kriz iletişiminde dikkat edilmesi gerekenlere ışık tutuyor: Başarılı kriz iletişiminin temelinde, olay yaşanmadan önce oluşturulan bir kriz planı bulunur. Kurumun hangi durumları kriz olarak tanımladığı, bu süreçte kimlerin sorumluluk alacağı, iç ve dış paydaşlara nasıl bilgi aktarılacağı gibi tüm süreçler önceden belirlenmeli. Örneğin bir üretim hatası, güvenlik ihlali veya yönetici açıklaması aynı yöntemlerle ele alınamaz. Kriz planı, olası senaryolara göre farklı aksiyon adımlarını ve iletişim tonlarını içermeli. Bir diğer önemli unsur ise kriz anında hızlı tepki verebilme kapasitesi. Geciken açıklamalar, söylentilerin yayılmasına ve markanın hikâyesinin başkaları tarafından şekillendirilmesine yol açar. Hele ki dijital çağda birkaç dakikalık gecikme bile sosyal medyada telafisi güç bir bilgi kirliliği yaratabilir.

Şeffaflık, kriz iletişiminin en güçlü kalkanı

Kriz dönemlerinde bilgi saklamak ya da durumu yeterince önemsememek, kurumların en sık yaptığı hataların başında geliyor. Oysa kriz iletişiminin merkezinde dürüstlük ve şeffaflık yer alıyor. Kamuoyuna açık, doğru ve eksiksiz bilgi sunmak; itibarın korunmasında ve güvenin yeniden inşasında kritik rol oynuyor. Harvard Business Review tarafından yapılan bir araştırma, açık iletişim politikası izleyen markaların kriz dönemlerinde tüketici güvenini yüzde 43 oranında koruduğunu ortaya koyuyor. Kısacası, markaların kriz sürecindeki iletişimi, olayın kendisinden daha kalıcı bir etki yaratabiliyor.

Bu duruma en iyi örneklerden biri, Johnson & Johnson’ın Tylenol krizi olarak gösteriliyor. Ürünlerinden birinin zehirlenme vakalarıyla ilişkilendirilmesi üzerine şirket, milyarlarca dolarlık zararı göze alarak tüm ürünleri piyasadan çekti, kamuoyuna açık bir bilgilendirme yaptı ve yeni güvenlik protokolleri geliştirdi. Bu cesur ve şeffaf tutum, markayı krizin içinden güçlenerek çıkardı. Öte yandan BP’nin 2010’daki Meksika Körfezi petrol sızıntısı olayı, kriz iletişiminde yapılan hataların kurumlara nasıl zarar verebileceğini gösteren çarpıcı bir örnek olarak anılıyor. Şirketin geç açıklama yapması, sorumluluk almaktan kaçınması ve empati kurmaması, marka imajını uzun yıllar boyunca zedeledi.

Krizden sonra başlayan asıl sınav, itibar yönetimi

Kriz iletişimi, yalnızca olayın sıcak döneminde yapılan açıklamalardan ibaret değil. Kriz sona erdiğinde başlayan itibar yönetimi süreci, markanın yeniden yapılanmasında belirleyici rol oynuyor. Bu aşamada markaların krizden çıkardığı dersi somut adımlarla desteklemesi gerekiyor. Kriz anında ortaya çıkan maddi veya manevi mağduriyetler hızla giderilmeli. Ayrıca krizden çıkarılan dersler doğrultusunda yeni politikalar ve önlemlerin kamuoyuyla paylaşılmasına özen gösterilmeli. Bu şekilde kriz, bir tehditten öte kurumsal kültürü güçlendiren bir fırsata dönüşebilir.

Krizlerin nabzı artık sosyal medyada atıyor

Günümüzün dijital çağında hiçbir kriz ‘kapalı kapılar ardında’ yaşanmıyor. Çünkü sosyal medya hem krizi büyütebilen hem de doğru yönetildiğinde markaya güven kazandıran bir mecra haline geldi. X, Instagram, LinkedIn ve TikTok gibi platformlarda krizle ilgili paylaşımlar, geleneksel medyadan çok daha hızlı yayılıyor. Bu nedenle sosyal medya yönetimi, kriz iletişimi planlarının ayrılmaz bir parçası. Gerçek zamanlı takip sistemleri, sosyal dinleme araçları ve doğru tonla oluşturulan yanıtlar, markaya kriz sürecinde önemli bir avantaj sağlar.

Markaların soğukkanlı, empatik ve çözüm odaklı bir iletişim dili benimsemesi, kamuoyundaki algıyı olumlu yönde şekillendirir. Diğer yandan kriz anları, bir markanın gerçek karakterini ortaya koyar. Bu süreçte sergilenen tutum, yalnızca itibarın değil, geleceğe duyulan güvenin de belirleyicisi olabilir. Etkili bir iletişim stratejisiyle krizler, kurumlar için yeniden doğuş fırsatına dönüşebilir.

Okumaya Devam Et

GENEL

ASAŞPEN, CSTB Sertifikalarıyla Avrupa Standartlarını Bir Üst Seviyeye Taşıdı

Yayınlandı

-

PVC kapı ve pencere sistemlerinde sektörün öncü markalarından ASAŞPEN, uluslararası kalite yolculuğunda önemli bir başarıya daha imza attı. ASAŞPEN’in Maxi Riviera Serisi profilleri, Fransa merkezli ve bağımsız bir kurum olan CSTB (Centre Scientifique et Technique du Bâtiment) tarafından verilen QB 34 ve QB 59sertifikalarını almaya hak kazandı. Böylece Maxi Riviera Serisi, Avrupa’nın en prestijli kalite standartlarına uygunluğu resmi olarak belgelenmiş oldu.

Avrupa’da yapı malzemelerinin performans ve güvenilirliğini ölçümleyen en önemli otoritelerden biri olan CSTB, verdiği sertifikalarla ürünlerin dayanıklılık, teknik performans ve sürdürülebilirlik kriterlerini onaylıyor. Bu nedenle CSTB sertifikaları, yalnızca Fransa’da değil tüm Avrupa’da projelerde tercih edilmenin ön koşullarından biri olarak kabul ediliyor.

QB 34 sertifikası, profillerde kullanılan hammaddelerin kalite ve uygunluğunu belgeliyor.

QB 59 sertifikası ise Maxi Riviera Serisi profillerin nihai ürün olarak mekanik performans, renk stabilitesi, UV direnci ve uzun ömürlü dayanıklılık gibi kritik kriterleri karşıladığını resmi olarak doğruluyor.

Avrupa Pazarında Güçlü Bir Referans
 CSTB sertifikaları, ASAŞPEN’in yalnızca Türkiye’de değil, Avrupa’da da rekabet gücünü artırıyor. Bu belgeler sayesinde Maxi Riviera Serisi, Avrupa projelerinde kullanılabilme avantajına sahip olurken; markaya “uluslararası güvenilirlik” ve “tercih edilme üstünlüğü” kazandırıyor.

ASAŞPEN olarak, kalite ve inovasyona dayalı üretim anlayışımızı bir kez daha uluslararası düzeyde kanıtlamış olmaktan gurur duyuyoruz. Bu başarı, iş ortaklarımızla birlikte yürüttüğümüz güçlü iş birliğinin de en önemli göstergelerinden biridir.

Okumaya Devam Et

GENEL

İtfaiye ve Özel Güvenlik Şirketleri Birlikte Çalışmalı

Yayınlandı

-

Securitas, yangın risklerinin yönetiminde itfaiye hizmetleri ile özel güvenlik şirketlerinin iş birliğinin kritik önemine dikkat çekti.

1–2 Ekim 2025 tarihlerinde Adana HiltonSa’da düzenlenen “Tesislerde Proses Emniyeti Sempozyumu”na katılan Securitas, işletmelerde yangın güvenliği konusunda bütüncül bir yaklaşımın gerekliliğini vurguladı.

Sempozyum kapsamında düzenlenen ve moderatörlüğünü Securitas Kurumsal İletişim Müdürü Elif Koca’nın yaptığı “Yangın Riskleri, Önleyici Çözümler ve Güvenliğin Önemi” başlıklı panelde; Securitas İtfaiye Hizmetleri Genel Müdürü Uğur Yertut, Securitas Güvenlik Süreçleri Koordinatörü Hüseyin Erim ve Adana OSB İtfaiye Denetçisi Mustafa Değirmenci işletmeler ve organize sanayi bölgeleri özelinde yangın risklerini ve alınması gereken önlemleri değerlendirdi.

Profesyonel İtfaiye Danışmanlığı Şart

Securitas İtfaiye Hizmetleri Genel MüdürüUğur Yertut, yangın risklerinin yönetiminde güvenlik hizmetlerinin yanında mutlaka profesyonel itfaiye danışmanlığı alınması gerektiğinin altını çizdi: “Securitas İtfaiye olarak görevimiz yalnızca önlem almak değil, aynı zamanda alınan önlemlerin doğru uygulanıp uygulanmadığını denetlemektir. Tesise özel risk analizi yapıyor, eğitim ihtiyaçlarını belirliyor ve senaryolu tatbikatlarla çalışanların rollerini netleştiriyoruz. Örneğin söndürme ekibi en az üç kişiden oluşmalıdır: müdahale eden, hortumcu ve vanacı. Bu ekibe güvenlik görevlileri de dahil olabilir. Multirol hizmetimizle güvenlik görevlilerini bu ekiplerde eğitiyoruz.” Dedi.

Yertut, yangın sırasında kişisel koruyucu ekipmanların hayati önem taşıdığını, karbonmonoksitin saniyeler içinde ölümcül olabileceğini vurguladı. Securitas bünyesinde bugün itibarıyla yaklaık 300 multirol güvenlik görevlisinin yangın güvenliği alanında aktif görev aldığını da sözlerine ekledi.

Yangın, İşletmeler İçin En Kritik Güvenlik Tehdidi

Panelde konuşan Securitas Güvenlik Süreçleri KoordinatörüHüseyin Erim, Türkiye’de 2025 yılında yangınların güvenlik risk analizlerinde öncelikli gündem olması gerektiğini belirtti.

Erim “Yaptığımız analizlere göre fabrikalar %44 ile en yüksek yangın riskine sahip. Ardından depolar (%16), ofisler (%13) ve AVM’ler (%9) geliyor. Güvenlik görevlileri sadece müdahale yöntemlerini değil, yapmamaları gerekenleri de bilmek zorunda. Önceliğimiz yangının çıkmasını engellemektir. Burada dikkat edilmesi gereken görev dağılımları ve tesis, itfaiye ve güvenlik firmasının entegre çalışmasının sağlanması” dedi.

Erim ayrıca, yangın protokollerinin yazılı hale getirilmesi gerektiğini vurgulayarak; alarm sistemlerinin devreye alınması, itfaiyeye haber verilmesi, tahliye süreçleri ve sonrasındaki raporlama adımlarının eksiksiz planlanmasının şart olduğunu söyledi.

Okumaya Devam Et

Trendler