Bizimle iletişime geçin

GENEL

17 Ağustos Farkındalık Günü: Deprem Gerçeği Karşısında Yapısal Dayanıklılık

Yayınlandı

-

Cephe Sanayici ve İş İnsanları Derneği (CEPHEDER) Yönetim Kurulu Üyesi Ersoy Çakır 17 Ağustos 1999 Marmara Depremi’nin 26. yıl dönümü nedeniyle şunları söyledi;

17 Ağustos 1999 Marmara Depremi, yaklaşık 18 bin kişinin yaşamını yitirmesi ve yüz binlerce yapının hasar görmesiyle yalnızca bir doğal afet değil, aynı zamanda mühendislik, şehircilik ve toplumsal bilinç açısından bir kırılma noktası olmuştur. Bu felaket, taşıyıcı sistem tasarımından yapı denetimine, zemin etütlerinden kentsel planlamaya kadar pek çok alanda ciddi eksiklikleri açığa çıkarmıştır.

Deprem sonrası süreçte Türkiye Bina Deprem Yönetmeliği önemli ölçüde geliştirilmiş, özellikle 2018 revizyonuyla performansa dayalı tasarım yaklaşımı benimsenmiştir. Bu yaklaşım, yalnızca yapının göçmesini önlemeyi değil, farklı deprem düzeylerinde (Hemen Kullanım, Can Güvenliği, Göçmenin

Önlenmesi) yapının nasıl davranacağını öngörmeyi amaçlamaktadır. Yönetmelikte lineer elastik yön- temlerin yanı sıra doğrusal olmayan statik (pushover) ve doğrusal olmayan dinamik analiz yöntemleri de yer almakta, özellikle yüksek katlı ve düzensiz yapılarda bu hesap yöntemlerinin kullanılması zo- runlu hale gelmektedir. Ayrıca yapı-zemin etkileşiminin dikkate alınması, sıvılaşma riski olan bölgeler- de ayrıntılı zemin iyileştirme yöntemlerinin uygulanması ve taşıyıcı sistem düzensizliklerinin sınırlan- ması, yönetmeliğin öne çıkan maddeleri arasında yer almaktadır.

Mevcut yapı stoğunun önemli bir kısmı 1999 öncesi inşa edildiği için bu binaların performans değer- lendirmesi ve güçlendirilmesi büyük önem taşımaktadır. Güçlendirme yöntemleri arasında betonar- me elemanların kesitlerinin büyütülmesi (mantolama), çelik çaprazlarla rijitliğin artırılması, karbon fiber takviyeli polimer (CFRP) uygulamaları, dıştan öngerme sistemleri ve temele sismik izolatör yer- leştirilmesi gibi teknikler yaygın olarak kullanılmaktadır. Özellikle hastaneler ve kritik altyapı tesisle- rinde taban izolasyonu sayesinde deprem sırasında yapıya aktarılan ivmelerin %50–60 oranında azal- tılması mümkündür. Türkiye’de İstanbul’daki bazı şehir hastaneleri bu teknolojiyle inşa edilmiş olup, bu yapılar dünyadaki en büyük sismik izolatörlü projeler arasında yer almaktadır.

Dünyadaki örnekler incelendiğinde, Japonya’da yüksek katlı binalarda “viskoz damper” ve “kütle sö- nümleyici” sistemlerin yaygın şekilde uygulandığı görülmektedir. Tokyo Sky Tree Kulesi’nde kullanılan merkez kolonlu sönümleme sistemi, geleneksel pagoda mimarisinden esinlenerek geliştirilmiş ve yapının 600 metrelik yüksekliğine rağmen deprem performansını artırmıştır. Şili’de ise 9.0 büyüklü- ğüne yaklaşan depremlere rağmen modern mühendislik çözümleri ve sıkı denetim sayesinde can

kaybı oranı oldukça düşük kalmaktadır. Kaliforniya’da uygulanan “Mandatory Seismic Retrofit Prog-

ram” çerçevesinde, özellikle “soft-story” (zayıf kat) binaların belirli süreler içinde güçlendirilmesi yasal bir zorunluluk haline getirilmiştir.

Türkiye açısından en büyük sorun, alınan teknik önlemlerin uygulamada yeterince hayata geçirile- memesidir. Denetim süreçlerinde bağımsızlığın sağlanamaması, imalat sırasında kullanılan beton ve donatı kalitesindeki yetersizlikler ve kentsel dönüşümde rant öncelikli yaklaşımlar, can kayıplarını azaltma noktasında ciddi riskler oluşturmaktadır. Oysa deprem mühendisliğinde en önemli prensip-

lerden biri, “ön tasarım maliyeti düşük, deprem sonrası kayıp maliyeti çok yüksektir” gerçeğidir. Nite- kim uluslararası araştırmalar, depreme dayanıklı tasarımın toplam inşaat maliyetini yalnızca %3–5 oranında artırdığını, ancak olası bir depremde yıkım ve can kaybı riskini dramatik biçimde azalttığını ortaya koymaktadır.

Geleceğe dönük olarak Türkiye’nin izlemesi gereken yol haritası nettir. Yapıların projelendirilmesinde performans esaslı tasarımın yaygınlaştırılması, deprem izolatörlerinin yalnızca kritik yapılarda değil konutlarda da kullanılabilir hale gelmesi, mikrobölgeleme çalışmalarının tamamlanarak imar planları- nın bu veriler ışığında yapılması ve yapı denetim sisteminin bağımsız mühendislik odalarıyla entegre çalışması gerekmektedir. Ayrıca dijital ikiz teknolojileriyle binaların gerçek zamanlı performans takibi, yapay zekâ tabanlı risk haritaları ve sensör tabanlı izleme sistemleri depreme hazırlıkta devrim niteli- ğinde yenilikler sunmaktadır.

Sonuç olarak, 17 Ağustos yalnızca geçmişi hatırlatan bir gün değil, geleceğe yön veren bilimsel ve

teknik adımların ne kadar hayati olduğunu da hatırlatan bir semboldür. Türkiye’nin deprem gerçeğiy- le yüzleşmesinin tek yolu, bilimsel bilgiye dayalı mühendislik uygulamalarını tavizsiz şekilde hayata geçirmek ve güçlü bir denetim kültürü oluşturmaktır. Depremi engellemek mümkün değildir, ancak doğru tasarım, doğru malzeme ve doğru uygulama ile can kayıplarını asgariye indirmek mümkündür.

Ersoy Çakır

Cephe Sanayici Ve İş İnsanları Derneği Yönetim Kurulu Üyesi

Okumaya Devam Et
Yorum Yapmak İçin Tıkla

Leave a Reply

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir

GENEL

Elite World, Rezidans Konseptine İstanbul’da Bir Halka Daha Ekledi 

Yayınlandı

-

Elite World Hotels & Resorts, franchise iş modeliyle büyümeye devam ediyor. Zincir, rezidans kategorisindeki yeni oteli Elite World Residence İstanbul Başakşehir için Hayat Group İnşaat ile anlaşma imzaladı.

Türkiye’nin önde gelen otel zincirlerinden Elite World Hotels & Resorts, rezidans konseptindeki otellerine bir yenisini daha ekledi. Zincir, bu kapsamda İstanbul’un gelişen bölgesi Başakşehir’de Hayat Group İnşaat ile Elite World Residence İstanbul Başakşehir projesi için franchise anlaşması imzaladı.

Konforlu Yaşam Alanları ve Geniş Sosyal Olanaklar

2027 Ocak ayında kapılarını açması planlanan Elite World Residence İstanbul Başakşehir, 45 otel odası ve 70 rezidans dairesi ile misafirlerini ağırlayacak. 2 bloktan oluşan ve 15 katlı ana binası otel ve rezidans olarak konumlandırılan proje, 600 metrekare alana sahip spa ve fitness alanı, 250 metrekarelik restoranı, açık alışveriş alanı, havuzu ve 400 kişilik 2 toplantı salonuyla iş ve tatil amaçlı konaklamalar için ideal bir deneyim sunacak. İstanbul Havalimanı ve Taksim’e 30 kilometre, Çam Sakura Hastanesi’ne yürüme mesafesinde yer alan proje, hem uzun hem de kısa süreli konaklamalarda iş seyahati, tatil ve sağlık turizmi hedef kitlesine hitap edecek şekilde tasarlandı.

Yeni Dönem İçin Güçlü Adım

Elite World Hotels & Resorts Satış ve Pazarlamadan Sorumlu Yönetim Kurulu Üyesi Emel Elik Bezaroğlu,  “Elite World Hotels & Resorts olarak, markamızı Türkiye’nin ve dünyanın farklı noktalarına taşımak için yatırımcılarımızla güç birliği yapmaya devam ediyoruz. Yeni otelimizle birlikte sadece konaklama değil; bulunduğumuz şehre değer katacak, istihdam ve turizm potansiyeli yaratacak adımlar atıyoruz. Elite World Residence İstanbul Başakşehir, zincirimizin rezidans konseptindeki 3. oteli olarak sürdürülebilir büyümemizin örneğini teşkil ediyor. Misafirlerimizin ihtiyaçlarına uygun konfor ve hizmet standartlarımızı her geçen gün daha geniş bir kitleyle buluşturmaktan mutluluk duyuyoruz.” dedi. 

Elite World Hotels & Resorts CEO’su Orkun Petekçi ise  “Bugün imza attığımız bu anlaşma, franchise iş modeliyle büyüme stratejimizdeki kararlılığımızın önemli bir örneğini oluşturuyor. Zincirimizin İstanbul’daki 9’uncu oteli olacak bu tesis, portföyümüzdeki çeşitliliğin de önemli bir parçası olacak. Yeni otelimizin, İstanbul turizminin gelişimine katkı sağlayacağına ve markamızın büyüme yolculuğunda önemli bir kilometre taşı olacağına inanıyoruz. Yatırımcılarımızın vizyonunu Elite World’ün uluslararası hizmet kalitesiyle buluşturarak güçlü ve sürdürülebilir büyümeye devam ediyoruz.” diye konuştu.

Hayat Group İnşaat Yönetim Kurulu Başkanı Mohamed Abdel Halim ise yatırımla ilgili olarak şunları kaydetti: “Gayrimenkul ve karma yaşam projelerinde edindiğimiz deneyimi, turizm sektörünün güçlü markalarından Elite World ile yeni bir boyuta taşıyoruz. Elite World Residence İstanbul Başakşehir, grup olarak markalı otel ve rezidans projelerimizdeki ilk büyük adımımız olacak. Elite World’ün uluslararası hizmet kalitesiyle bölgeye ve İstanbul’a değer katacağımıza inanıyoruz.” 

Okumaya Devam Et

GENEL

Şeffaf iletişim marka sadakatini yüzde 94’e çıkarıyor

Yayınlandı

-

Günümüzde markaların tüketicilerle kurduğu ilişkinin doğası köklü bir değişimden geçiyor. Sadece kaliteli bir ürün ya da hizmet sunmak, müşterilerin güvenini kazanmak için artık yeterli değil. Tüketiciler, markaların arkasındaki değerleri, iş yapış biçimlerini, toplumsal sorumluluklarını ve hatta kriz anlarında sergiledikleri tavırları daha yakından takip ediyor. Özellikle dijitalleşmenin hız kazandığı çağımızda bilgiye erişimin hiç olmadığı kadar kolay hale geldiğini vurgulayan İnomist iletişim Danışmanlığı Ajans Başkanı Sibel Selvi, şeffaf iletişimin markalara kazandırdığı avantajlara dikkat çekiyor.

Tüketicilerin yüzde 90’ı satın alma kararında şeffaflığa öncelik veriyor

Şeffaf iletişimin artık bir tercih olmanın ötesinde zorunluluk haline geldiğine dikkat çeken Sibel Selvi, şunları söylüyor: Araştırmalar bu dönüşümü net bir şekilde ortaya koyuyor. NielsenIQ verilerine göre tüketicilerin yüzde 72’si, bir markanın amacını ve değerlerini açıkça ortaya koymasının satın alma kararlarını doğrudan etkilediğini belirtiyor. Label Insight tarafından yapılan başka bir araştırma ise tüketicilerin yüzde 94’ünün şeffaf davranan markalara daha sadık kaldığını gösteriyor. Benzer şekilde WebFX’in yayımladığı istatistiklere göre tüketicilerin yaklaşık yüzde 90’ı satın alma kararında şeffaflığı en önemli faktörlerden biri olarak görüyor. Bu oranlar, şeffaflığın artık marka değerinin ayrılmaz bir parçası haline geldiğini açıkça ortaya koyuyor.

Güven inşa etmenin en etkili yolu açık iletişim

Peki, şeffaf iletişim neden bu kadar önemli? Öncelikle güven inşa etmenin en etkili yolu açık iletişimden geçiyor. Tüketiciler, markaların hatalarını gizlemesindense sorumluluk almasını ve çözüm yolunu şeffaf şekilde paylaşmasını tercih ediyor. Kriz dönemlerinde şeffaf iletişimi öncelik haline getiren şirketler, tüketiciler tarafından çok daha güvenilir bulunuyor. Bu da itibar yönetiminde şeffaflığın kritik bir rol oynadığını gösteriyor. Bununla birlikte şeffaflık, müşteri sadakatini ve marka bağlılığını artırıyor. Şeffaf markalar yalnızca tercih edilmekle kalmıyor, aynı zamanda tüketicilerin gözünde “savunulmaya değer” hale geliyor.

Şeffaflık, verilerin güvenilir şekilde paylaşılmasını gerektiriyor

Elbette markaların şeffaflık konusunda adım atması kolay değil. Ölçülmesi güç veriler, farklı kültürel beklentiler ve rekabet kaygıları şirketlerin önüne önemli engeller çıkarabiliyor. Bu noktada şeffaflık sağlamak, birçok farklı aktörün verilerinin uyumlu ve güvenilir şekilde paylaşılmasını gerektiriyor. Ancak bu süreçte bilgi eksiklikleri veya doğrulama sorunları yaşanabiliyor. Şeffaflık ile “ticari sırların korunması” arasındaki ince denge, markalar için zaman zaman kafa karıştırıcı bir alan oluşturuyor. Çok fazla bilgi paylaşımı rakipler için avantaj yaratabileceği gibi tüketicilerde de karmaşa doğurabiliyor. Bununla birlikte, dünyada öne çıkan uygulamalar şeffaf iletişimin doğru şekilde kurgulandığında markalar için ciddi bir değer yarattığını ortaya koyuyor. Vogue Business tarafından “radikal dürüstlük” olarak tanımlanan akım, markaların başarılarının yanı sıra hatalarını da samimiyetle paylaşmasını kapsıyor. Bu yaklaşım özellikle genç kuşak tüketiciler arasında büyük yankı buluyor.

Uzun vadeli başarının temel koşulu, şeffaf iletişim stratejisi

Gelinen noktada şeffaf iletişim stratejisi oluşturmak günümüz markaları için artık bir tercih değil, uzun vadeli başarının temel koşullarından biri. Tüketiciler markalardan dürüstlük, hesap verebilirlik ve samimiyet bekliyor. Bu beklentiyi karşılayabilen şirketler hem güven hem de sadakat kazanarak rekabette öne çıkıyor. Buna karşın şeffaflıktan uzak duran markaların, dijital çağda itibarlarını koruması giderek zorlaşıyor. Şeffaf iletişim, geleceğin güçlü markalarının olmazsa olmaz yapıtaşı olmaya aday görünüyor.

Okumaya Devam Et

GENEL

GAYRİMENKULDE İLKLERİN MARKASI BİZİM EVLER, YAPAY ZEKAYLA HAZIRLANAN İKİNCİ REKLAM FİLMİYLE YENİDEN SAHNEDE

Yayınlandı

-

“Sektörde ilk yapay zekâ reklam filmi de Bizim Evler için hazırlanmıştı” 

İhlas Holding İnşaat Grubu, binlerce aileyi ev sahibi yaptığı Ispartakule bölgesindeki Bizim Evler markalı projeleri için yeni bir reklam filmi hazırlattı. Şubat ayında yayınlanan ve gayrimenkul sektöründe ilk olma özelliği taşıyan yapay zekâ destekli reklam filmiyle büyük ses getiren marka, şimdi ikinci filmle bu yenilikçi yaklaşımı sürdürüyor. Bizim Evler için yapay zekâ teknolojisiyle hazırlanan her iki reklam filminde de yarım asra yakın tecrübesiyle Fikirevim Reklam Ajansı’nın imzası bulunuyor.

İstanbul’da planlı şehir hayatının en başarılı örnekleri arasında yer alan Ispartakule bölgesinin, en güçlü inşaat firması İhlas Holding İnşaat Grubu, Bizim Evler markası için yapay zekâ teknolojisiyle yeni bir reklam filmi hazırlattı. Daha önce Şubat ayında hazırlanan ve büyük ses getiren reklam filmi, “Yapay zekâ teknolojisiyle gayrimenkul sektöründe hazırlanan ilk reklam filmi” olmuştu.

HER DETAYDA YAPAY ZEKA TEKNOLOJİSİ

Senaryodan müziğe, görsellerden metinlere kadar tüm aşamalarda yapay zekâ teknolojisiyle üretilen yeni reklam filminde, teslime hazır Bizim Evler 10 ve yapımı süren Bizim Evler 11 projesindeki 48 aylık vade kampanyası anlatılıyor. Bu öncü çalışmada, yapay zeka teknolojisiyle hazırlanan ilk reklam filminde olduğu gibi yarım asra yaklaşan tecrübesi ve yenilikçi bakış açısına sahip Fikirevim Reklam Ajansı’nın imzası bulunuyor.

GEÇMİŞTEN İLHAM, GELECEĞE VİZYON

Hazırlanan yeni reklam filminde, Bizim Evler projeleriyle özlenen mahalle kültürü ve  komşuluk değerlerinin yeniden hayat bulduğu mesajı veriliyor. Ayrıca yapay zekâ teknolojisiyle hazırlanan yeni reklam filmiyle İhlas Holding İnşaat Grubu, tıpkı ilk filmde olduğu gibi teknoloji ile gayrimenkul sektörü arasında önemli bir bağ kurarak benzersiz bir müşteri deneyimi yaşatmayı hedefliyor. 

Okumaya Devam Et

Trendler